Hayatı

Bizim Yunus

Bizim Yunus

Bizim Yunus

Yunus, Bizim Yunus… Mürşidine bende olmayı dünyanın bütün nimetlerinden yeğ tutan, “bu kapıya eğri odun giremez” diye yıllarca mürşidinin dergahına dümdüz odun taşıyan Derviş Yunus, Aşık Yunus

Üstad Necip Fazıl ondan:

“Bir zaman dünyaya bir adam gelmiş;
Ölüm dedikleri perdeyi delmiş..
Bizim Yunus, Bizim Yunus…”

diye bahseder dizelerinde. O, ölüm dedikleri perdeyi dünya ve içindekileri küçümseyerek delmiş ve dünyada uhrevi bir hayat yaşamıştır. Üstelik, hayatını mürşidinin kapısında hizmete adamış, seyrü süluk denilen manevi yolculuğunu Tapduk Emre‘nin dergahında tamamlamıştır. Yunus, yazdığı şiirlerle şöhreti, parayı-pulu, dünya menfaatlerini değil, Rabbinin rızasını aramıştır. Nitekim, tamamen sade bir Türkçe ve herkesin anlayacağı bir dille insanların gönlünü Allah’a açmak için uğraşmıştır.

Dervişane, sade yaşayışı içerisinde tevazu ve mahviyetle kendisini daima gizlemiş, nefsini hiçbir zaman yüceltmemiştir. O, her daim Allah Teâlâ’nın varlıkta zuhur eden tecellileriyle meşgul olmuş, bu yolda nefsine ait bir iz bırakmamıştır. Böylece fenafillah makamlarına ulaşmıştır.

Yunus Emre Hazretlerinin Hayatından Kesitler

Yunus Emre Hazretleri’nin hayatının iki safhası vardır; mollalık ve dervişlik. İMolla Yunus medresede İslami ilimleri öğrenen, insan, varlık ve yaratıcı ilişkisini henüz yeterince kendi iç aleminde çözümleyememiş bir talebedir bu dönemde. Ayrıca, dervişlik dönemindeyse Molla Kasım gibi hocaların çözemeyeceği derinlikte bir ariftir.

Mübarek, mürşidi ile karşılaşmasından sonra artık hayatına sade bir molla olarak devam etmez. O, nefis terbiyesine, seyr-ü sülûke devam ettikçe iç aleminde fırtınalar koparan bir arayış içindedir artık. Bundan sonraki hayatının gayesi, yaşantısı, ömrü ve ölümü başkadır. Hem aşık, hem dertlidir.

Tasavvuf, onu bambaşka bir kişi yapmıştı. O artık sıradan bir molla değil, Aşık Yunus idi. Ayrıca, bilinmelidir ki, nefsini ıslah edebilmek adına yıllar yılı mürşidinin dergâhına odun taşıdı. Daima kendi nefsini kötüledi. Bir türlü kendini, bağlı olduğu kapıya layık görmüyordu. Topladığı odunları bile eğrilerinden seçmez “buraya değil eğri bir adam, eğri bir odun bile giremez” derdi.

Aşık Yunus’un Mağaradaki Kerameti

Yunus, yıllar yılı mürşidinin kapısında nefis terbiyesine ve hizmete devam etti. Seneler sonra, hâlâ kendisini bu kapıya lâyık görmüyordu. Mürşidinin kapısını daha fazla lüzumsuz yere meşgul etmeye gerek yoktu. Bir gün gizlice dergâhdan ayrıldı. Dertli ve düşünceliydi. Yolda giderken iki garip dervişle karşılaştı. Hazret, o iki dervişle dost oldu ve birlikte yola devam ettiler. Nihayet acıkıp yorgun düşünce bir yerde mola verdiler. İçlerinden biri köşeye çekilip iki rekat hacet namazı kıldı. Ellerini semaya kaldırıp Cenâb-ı Mevlâ’dan yiyecek istedi. Gökten Allah Teâlâ onlara bir sofra ihsan etti, bütün dervişler hep beraber yediler ve Allah’a şükrettiler. İkinci öğünde diğer derviş istedi, bir sofra da Allah Teâla onun için indirdi.

Üçüncü öğünde sıra Yunus’a gelmişti. Dervişler: “Haydi! Dua sırası sende. Allah’a dua et de bizim için bir sofra indirsin” dediler. Yunus Emre Hazretleri:

Benim duamla bir yaprak bile kıpırdamaz! Beni mazur görün” şeklinde cevap verse de dervişlerin ısrarı üzerine mecburen bir köşeye çekildi ve dua etti:

Ya Rabbi! Bu aciz miskin Yunus kuluna şu dervişlere gönderdiğin sofradan ikram ettin. Şimdi o sofra için dua ve iltica sırası bana geldi. Sen benim günahlarıma bakmayıp lütfunla muamele buyur; beni mahcup eyleme Allah’ım! Onlar kimin hürmetine sana dua edip lütfa nail oldularsa, ben de o has kulun hürmetine sana niyaz eyliyorum!” diye dua etti.

Bu duadan sonra Allah Teâlâ gökten iki sofra indirdi. Yunus da dahil olmak üzere tüm dervişler çok şaşırdı. Bunu gören dervişler hayretler içinde kalarak Yunus Emre Hazretleri’ne sordu:

Nasıl bir dua ettin, kimin yüzü suyu hürmetine rızkımızı istedin ki, Allah bize böyle bir sofrayı bahşetti?

Yunus Emre Hazretleri şaşkındır. Dervişlere önce onların cevap vermelerini ister. “Siz bu zamana kadar kimin yüzü suyu hürmetine sofraları istiyordunuz” diye sorar. Dervişler:

Biz Tapduk Emre’nin dergahında yıllarca samimiyet ve ihlasla odun taşıyan Yunus diye bir dervişin hürmetine istiyorduk” şeklinde cevap verir.

Bunu duyan Yunus şok olmuştu. Tapduk Emre’nin dergahından ayrılmayla ne kadar büyük bir hata yaptığını anlar ve tekrar mürşidinin dergahına pişmanlık içinde geri döner.

>Yunus Emre Hazretleri ve Taptduk Emre Hazretleri

İşte, Yunus Emre Hazretleri böylesine bir Allah dostudur. Bir garip derviştir.. Hayatıyla, yaşayışıyla insanları hep etkilemiştir. Netice de, yüz yıllar sonra şiirleriyle hâlâ etkilemeye devam etmektedir.

Mürşidi Tapduk Emre, O’nun hayatının tam olarak merkezindedir. Çoğu Allah dostunda olduğu gibi, o hep mürşidinin dizinin dibinde olmuş ve ömrünü onun rızasında geçirmiştir.

Hayatının temelinde hep sevgi, hoşgörü, muhabbet ve samimiyet vardır. Nitekim şiirlerinde de bunu hep haykırmıştır.

Ben gelmedim davi için
Benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir
Gönüller yapmaya geldim

***

Yunus der ki Ey Hoca
İstersen var bin hacca
Hepsinden iyice
Bir gönle girmektir

Bin kez hacca gitmektense, (Allah’ın sevdiği) bir kalbe girmeyi evlâ görmüştür Yunus Emre Hazretleri. Hayatını da bu uğurda, mürşidinin kalbine girmeye çalışmakla geçirmiştir. Hep dertlidir Hazret. Daima suskundur. Suskunluğunu yalnızca şiirlerinde bozar. Ve hep nefsine yakınır.

Yunus sen bu dünyaya niye geldin?
Gece gündüz Hakk’ı zikretsin dilin.
Enbiyaya uğramaz ise yolun,
Göçtü kervan, kaldık dağlar başında.

Yunus Emre ve Molla Kasım

Mübareğin vefatından yıllar sonra Molla Kasım adında bir zat, mübareğin üç bin şiirinden oluşan ve başka kopyası olmayan Risaletün Nushiyye adlı eserini alır. Bakalım kimmiş bu kadar övdükleri Yunus diye bir dere kenarına geçerek şiirlerini açar ve okumaya başlar.

Şiirlerini okurken Molla Kasım sinirlenir. Kendi bildiği fıkıh ilmine dayanarak “Bu şeriata aykırı, bu ifade yanlış, bu haram” diye Yunus’un şiirlerini yırtmaya, dereye atmaya, ateşe savurmaya başlar. Bundan dolayı, Molla Kasım üç bin şiirden oluşan eserin iki bin şiirini dereye atar, ateşe savurur, yırtar, imha eder. Aynı zamanda hararetle şiirleri okumaya devam eder. Tam o esnada şu dizelerle karşılaşır:

Derviş Yûnus bu sözü eğri büğrü söyleme,
Seni sîgâya çeken (imtihan eden) bir Molla Kasım gelür.

Bu beyitleri gören Molla Kasım büyük bir şaşkınlık yaşar. Anlar ki, alimlik yalnızca kendisinin bildiği gibi zahiren ilim tahsil etmek değilmiş. Mübarek, ledün ilmine sahipmiş. Pişmanlık içerisinde yaktığı, yırttığı, dereye attığı şiirleri toplamaya çalışır ama iş işten geçmiştir. Molla Kasım, Yunus’un bu şiirleri büyük bir imani bütünlülükle yazdığını, aslında her ne kadar ilk duyuşta sakıncalı gibi görünse de, o ifadelerde hikmet olduğunu anlar. Böylelikle mübareğin ne kadar büyük bir Allah dostu olduğunun farkına varır.

Nitekim, Aşık Yunus’un yıllar ve hatta belki asırlar sonrasına gerçekleşen böyle kerametleri vardır. Neticede böylesi büyük bir evliyaullahtır.

Allah Teâlâ Yunus Emre Hazretleri’nden, mürşidi Tapduk Emre’den razı olsun. Bizleri Hazreti Peygamber’in (s.a.v), Sahabe Efendilerimiz’in (r.a) ve Sadatı Kiram’ın (k.s.a) yolundan ayırmasın. (Amin)


Ayrıca bakınızYunus Emre’nin Hayatı” başlıklı yazımıza…


Kaynak:
Allah Dostları Köşesi, s. 8
A. Sefa Bahadıroğlu

Yorum Yaz